31 Ocak 2012 Salı

ÇERKESLER- UNUTULMUŞ BİR SOYKIRIM? D. SHENFIELD

Stephen D. Shenfield ABD de yaşayan bağımsız bir araştırmacı ve tercüman. Rusya ve eski Sovyet kurumları konusunda uzman.
Çerkesler Kim ( veya Kimlerdi) ?
Çerkesler söz konusu olduğunda kendime sıklıkla sorduğum bir sorudur bu. Kafkasya daki uzmanları dikkate almazsak, batı dünyasında Çerkeslerin kim olduğunu, nereden geldiklerini ve onlara ne olduğunu hatırlayanların sayısı birkaç kişiyi (orta-doğuda daha çok olmasına rağmen) geçmez. Tamamiyle unutulmuş bir halk. Günümüz haritalarında 'Çerkesya' diye bir yer bulamazsınız. Çok üstelerseniz öğrenebileceğiniz şey Rusların Çerkesler için kullandığı cherkess (Türkçeden alınan) kelimesi ve güney Rusyadaki Karaçay-Çerkes Otonom Vilayetidir. Burası tarihi Çerkesyanın biraz kuzeyinde uzanır: Anavatanları Çaristler tarafından işgal edildikten sonra bazı Çerkeslerin yerleştirildiği bir bölgedir. Cumhuriyettin adının çağrıştırdıklarının aksine burayı Turkik Karaçaylarla paylaşıyorlar ve yarım milyonluk nüfusun sadece %10 Çerkestir. [1]
Belki sizde benim yaptığım gibi bütün eski haritaları önünüze dökeceksiniz. Öyleyse ondokuzuncu yy başlarındaki bir Rusya haritasına bakın; orada Çerkesya'nın kuzey-batı Kafkasya bölgesinde açık bir şekilde işaretlenmiş olduğunu göreceksiniz. Kafkaslar ve Karadenizin kuzey-doğu kıyıları boyunca uzanan, güneye doğru da o devirde Rusya imparatorluluğunun sınırı olan Kuban nehri kıyılarına kadar yayılan bir bölgeyi kaplar. Ayrıca Çerkesya adına Fransız Konsolosu Gamba (1826), İngiliz maceraperest James Bell (1841), Fransız çift de Hell (1847), Amerikanlı George Leighton Ditson (1850), Hollandalı Konsolos de Marigny (1887) gibi ondokuzuncu yy seyyahlarının kitaplarında da rastlarsınız. Eğer Birkaç on yıl geriye gidip onsekizinci yy ortalarında çizilen bir haritaya bakarsanız, Kuban nehrinin her iki yakasını kaplayan, Azak denizinin doğusunda ki alaçak alanlardan, Kuban ve Don nehirleri arasında Osetya ve Kafkas sıra dağlarının ana hattı boyunca Çeçenya sınırına kadar uzanan ve Kara Deniz kıyısında da Azak denizi kanalından Abhazya'ya[2] kadar olan bölgeye kalın harflerle Çerkesya yazıldığını görürsünüz. O zamanlar Çarlık imparatorluğunun istilasından önce Çerkesya; 55 663 km karelik bir alanı (Danimarka dan oldukca büyük) kaplıyordu ve iki milyondan fazla yerli halktan oluşan nüfusu vardı [3].

Çerkeslerin kökleri MÖ sekizinci yy a Bosphoran Krallığına, belkide MÖ 1500 den önce Azak kıyıları boyunca hüküm süren Kimmer İmporluğuna kadar uzanır. Çerkesler Antik Greeklerle, özellikle Atinalılarla yakın ticari ve kültürel ilişkiler kurmuşlar, hatta Olimpiyat Oyunlarına katılmışlar.Tanrıları da Greek tanrılarına benzemekte: Shi-bla,Şimşek tanrısı, onların Zeus'u; Tlepsh, Ateş ve Demir Tanrısı, onların Hephaestos'udur[4]
Tarihleri boyunca çoğunlukla tarım insanı olmuşlardır. Prensler, soylular, özgürler ve kölelerden oluşan katmanları olan Feodal ve ataerkil bir sosyal yapı mevcuttu. Kayıtların çoğunda çerkeslerin kabilelerden oluştuğu yazılıdır, sayıları ve atanma şekilleri zamanla değişiklikler gösterir. Bu kabileler ayrı etnik gurup ya da, etnik alt gurup olarak adlandırılamayacak kadar yakın kan bağına sahipler. Çerkeslik, bireyin en yakın akrabasından başlayıp dışarıya doğru çerkes ulusuna (veya proto-ulus da denebilir) kadar uzanan üst üste binmiş akrabalık bağlarıyla tanımlanır.[5]
Çerkesler beşinci ve altınci yüzyılda Bizans etkisiyle hiristiyanlaşmıştır. Kuzey-doğu kafkaslarda Dağıstan sekizinci yüzyılın başlarında islamlaşırken, Çerkesya uzun süre Arab ve Müsluman dünyasının etki alanının dışında kalmıştır.[6] OnAltıncı yüzyılda Gürcistanla ittifak yaptı: Gürcistan ve Çerkesya kendilerini Müslüman denizinde biricik bir hiristiyan adası olarak tanımlayarak, birlikte Rusya'yadan korunma talebinde bulunurlar.
- Korkunç Çar İvanın karısı Çerkesdi. Çerkesler arasında müslüman etkilerin görünmesi Onyedinci yüzyıldan öteye geçemez, Rusyanın saldırıları karşısında Osmanlı Türkiyesiyle ve Kırım Tatar Hanlığı ile savunma amaçlı ittifaklar yapabilmek için, Onsekizinci yüzyılda müslümanlığı kabul ettiler. Çeçenler de dahail bütün kafkas halklarından daha uzun süre - 1763 den 1864 e- Çerkesler Rusyanın istilacı saldırılarına karşı yüzyıl boyunca,savaşmıştır. 1860 daki son yenilgilyle onları toplu kıyıma götüren süreç başlamış, ülkelerini terk etmeye zorlanmalarıyla Karadeniz üzerinden Türkiye ye olan yolculuklarında büyük çoğunluğu yok olmuştur. Pek çok Çerkes de Osmanlı tarafından Sırp isyancıları bastırmak üzere Balkanlarda iskan edilmiş ancak bunlar da daha sonraları Anadolu ya yerleştirilmişlerdir.

Bu tarihten itibaren Çerkes halkının, yaklaşık %90 nı, büyük çoğunluğu Türkiye de olmmak üzere, Ürdün ve Orta Doğu ülkelerinde sürgün hayatı yaşamak zorunda kalmıştır. Bugün,Rusya ve eski Sovyetlerin diğer bölgelerinde yaşayan Çerkeslerin sayısı üçyüz bin-dörtyüzbin kadardır. Çarlık rejiminin son on yılında boşaltılmış ve yıkılmış Çerkesya topraklarına Ruslar, Ukraynalılar, ermeniler ve kolonistler yerleştirilmiştir. Daha sonraları da, pek çok Gürcü Abhazya topraklarına yerleştirilmiştir ki bu da günümüzde Abhazya-Gürcistan savaşına gerekçe olmuştur. Abhaz-Gürcü uyuşmazlığı ancak son yüzyıldaki Çerkes travmasına dönülerek bakıldığında anlaşılabilecek bir durumdur.

Toplu Kıyım ve Sürgün
Doksanyedi sene süren savaşı 1860 da Çerkesler kaybedince, Rusya hükümeti Çerkesleri ya başka bölgeye ya da Turkiye ye göç etmeleri konusunda zorlamaya karar verdi. Bu politikayı uygulamak üzre General Yevdokimov atandı, ve yeni oluşturulan mobil piyade birlikleri ve kazak süvarileriyle Çerkesyanın feth edilmemiş bölgelerine ilerledi. İlk kez girilen kuzey bölgesindeki Çerkesler generale: Dörtbin aile direnç göstermeden, o yıl içinde Kuban ağzından Türkiye yelken açacaklarını bildirdi[7]. Ancak daha ilerde güney-batı da yaşayan kabileler direniş hazırlığındaydılar. Şimdi Karadeniz kıyılarının gözde tatil merkezi Sochi'nin bulunduğu yerde Abadzehler, Shapsığlar ve Ubykhler bir meclis oluşturarak Osmanlı ve Britanyadan -beyhude- yardım istediler.

Eylül 1861 de Çar Alexander II eylem sahasına en yakın rus şehri Yekaterinodar'ı ziyaret etti ve Çerkes şefleri delegasyonunu kabul etti. Şefler, eğer rus ordularını ve kazaklarını Çerkesya topraklarından Kuban ve Laba nehirlerinin ötesine çekerse Rusyanın hükümranlığını tanıyacaklarını bildirdiler. Önerileri red edildi. Abadzekhler (bugün Adygey Otonom bölgesinde yaşayanların çoğu, bunların kalıntılarıdır) daha kuzeyde kendilerine önerilen bölgeye göç etmeyi kabul etmeyi kabullenirken, diğer şefler kabilelerinin kök saldığı topraklardan göçmesini red etti.
Bunu takiben, 1862 ilkbaharında askeri harekat başladı.[8] Rus askerleri sistematik olarak çerkes köylerini yaktı -istisnasız bütün Shapsığ köyleri yakılıp yıkıldı- ekili alanlar kazak atlarının pençesinde ezildi.[9] Çarın egemenliğini tanıdıklarını açıklayan bazı guruplar Rus görevlilerinin denetiminde kuzeydeki ovaya yerleştirilmek üzere aşağıya, boyun eğmeyenlerde Turkiye ye gönderilmek üzere sahile indirildiler. Pek çok insanda -kadınlar, erkekler, çocuklar- yanan köylerden kaçarak dağlarda ve ormanda maruz kaldığı açlıktan öldü.
Shasığ ve Abadzeh bölgeleri işgal edildikten sonra, Çerkes tarihci Shauket'in anlatığına göre General Babich bütün köyleri yakıp yıkarak güneye doğru sahil şeridini izledi:

Onlar Ubykh topraklarının sınırındaydı. Diğer bir birlik Goitkh geçidinden onları karşılamaya geldi. Küçük Ubykhya Çerkes özgürlüğünün son kalesi oldu. Ubykhler ızdırabı biraz daha uzatan bir hamle daha yaptılar, fakat Rusya halkayı hiç olmadığı kadar daraltmıştı.Üç birlik kuzeyden kafkas dağlarından ve kıyı boyunca ilerlerken, güneyden birlikler Ubykh topraklarının kalbine girdi. Son direniş de kırılmıştı.[10]

Trakho, Diğer bir Çerkes tarihci hikayeyi sürdürüyor:

Orada sadece sahilde yaşayan kabileler kalmıştı: Pskhu, Akhtsipsou, Aibgo ve Jigit.Mayıs 1864 de izlenen bu yolda bu kabilelerin tamamamı neredeyse tek bir çocuk, kadın ve erkek kalmamacasına katl edildiler. Bunu gören Çerkesler ülkenin her köşesinden bir araya gelerek çaresizliğin öfkesi içinde Aibgo vadisine kendilerini attılar. Dört gün içinde (7-11 Mayıs) Ruslar büyük kayıplarla püskürtüldü. Sonrasında, ağır silahlar devreye sokuldu ve küçücük vadi ateş ve dumana boğuldu. Vadiyi savunanlardan hiç birisi canlı çıkamadı. Dağların arasında saklı bu küçük vadinin istilası, Çerkeslerin uzun trajedisinin son hamlesi olmuştur. 21 Mayıs da Prens Mikhail Nikolaevich şükranlarını sunmak üzere birliklerini topladi.[11]

Bu son savaş programı hakkında Shauket şöyle yazar:

Son savaş Maikop'a yakın Karadeniz kıyılarında ki Akhchip kentinin yakınlarında Khodz vadisinde (diğer bir deyişle; Aibgo)de olmuştur.Rusyanın ilerleyişi karşısında dağlık bölge kadın ve çocukların korunabileceği son sığınaklarıydı. Kadınlar mücevherlerini nehre fırlatarak,silahlanıp, Rusların eline esir olarak düşmemek, vatanlarını ve onurlarını korumak için ölüm savaşında erkeklerin yanında saf tuttular.İki tarafın dehşet verici karşılaşması tarihte görülmemiş bir toplu kıyıma dönüştü. Savaşın amacı (Çerkesler için) bir zafer ya da başarı elde etmek değildi, sadece onurlu hiçbir umudun kalmadığı hayatı onurlu bir şekilde terk etmekti. Bu savaşta kadınlar ve erkekler öyle acımasızca katl ediler ki akan kan nehirlere dönüştü, hatta cesetlerin ''kan denizinde yüzdüğü'' söylenir. Ruslar yaptıklarından hala tatmin olmamışlardı ve hayatta kalan çocukları top mermilerinin hedefi yapıyorlardı.[12]

Bunu izleyen Türkiye'ye sürgün 28 Mayısta başladı. Olay acımasız koşullarda gerçekleşti. Rus tarihci Berze yola çıkmak üzere Karadeniz sahilinde bekletilen Çerkeslerin yaşadığı dramın tanığıdır ve şunları aktarıyor:

Novorossiisk(yeni adı)koyunda bekletilen onyedi bin civarındaki dağlının bende bıraktığı kahr edici etkiyi hayatım boyunca unutamam.Yılın son fırtınalarının ve soğuklarının zamanıydı, yaşam koşullarının mutlak yokluğu, tifus ve çiçek salgını durumlarını tamamen umutsuz kılıyordu. Gerçekten bu duruma tanık olup kalbi sızlamayacak kimseyi düşünemiyorum, örneğin açıkta yanında iki bebekle paçavra gibi yatan genç Çerkes kadının soğumuş kaskatı cesedi, çocuklardan biri ölüm sancısıyla kıvranırken diğeri açlığını gidermek için ölmüş annesinin göğsünü emmeye çalışıyordu. Ve bu gördüğüm benzer sahnelerin sadece biriydi.[13]

Bu şiddetten canlı çıkabilenlerde Rus askerleri tarafından sürüler halinde mavnalara ve küçük Türk ve Yunan gemilerrine, taşıyabileceklerinin bir kaç katı, yığma yük gibi bindirildiler. Bu gemilerin pek çoğu battı ve yolcuları açık denizde boğuldular. Yolculuğu tamamlayabilenlerin ulaştıkları Türkiye'deki koşullar daha az ürkütücü değildi. Türk hükümetinin göçmenleri karşılamak ve iskan etmek için yaptığı hazırlıklar külliyen yetersizdi. Rusya'nın, Türkiye'nin sahil şehri Trabzon konsolosu Moshnin durumu şöyle rapor etmekte:

Yaklaşık altı bin Çerkes Batum da karaya çıktı, dört bini aşan sayıda Çerkes de sınırdaki (Türkiye ile)Çürüksu ya gönderildi.Ölmek üzere bir deri bir kemik olarak ulaştılar.Günlük ölüm ortalama yedi kişi. Trabzona 240 000 sürgün ulaştı ve bu çevrede 19 000 kişi öldü. Günde ortalama iki yüz kişi ölüyor. Çoğu Samsun'a gönderild burda 63 900 kişi kaldı. Giresunda yaklaşık 15 000 kişi var. Samsun ve çevrasinde 110 000 nin üzerinde sürgün var.Günde ortalama 200 kişi ölüyor. Tifus yayılmakta.[14]

Katliamla, boğularak, açlık ve hastalık nedeniyle bu korkunç savaşta kaç Çerkes öldü? Rus işgalinden önce (Abhazlarda dahil) çerkeslerin nüfusu iki milyon civarındaydı. 1864 de kuzey-batı Kafkasya da yerli halktan neredeyse hiç kimse kalmadı. 120-150 000 Çerkes Rusya hükümetinin seçtiği imparatorluk içinde bazı yerlere yerleştirildiler (1897 nüfus sayımına göre Rusya da 217 000 Çerkes yaşıyor). Brooks'a göre yaklaşık 500 000 Çerkes Türkiye'ye sürüldü;[15] buna ek olarak 30 000 aile -belkide 200 000 kişi- 1858 de sürgünden önce gönüllü olarak göç etti. Deniz de ve ulaştıkları kıyıda ölenler dikkate alınmaz ise orijinal nüfusun yarıdan fazlası ihmal edilmiş olur, bunlarında dikkate alınması gerekir. 1860 lardaki Çerkes katastrofunda ölenlerin sayısı bir milyondan az olamaz ve en yakın tahminle bir milyon beşyüz bin olmalı.[16]


Bir Soy-Kırımmıydı?
Rusların Çerkesya'yı işgal etmeleri ve Çerkes yapılanmasının sürülmesi planlı bir soy kırımmıydı, yoksa; sadece insani acıları dikkate almadan yürütülen bir etnik temizlikmiydi? Ben bu zor soruya yaklaşımım öncelikle, işgal öncesinde ve işgal sonrasında, Rusların yeni işgal ettikleri ülkenin insanlarına karşı sergilediği tutum ve davranışları irdelemek olacak.
Rus imparatorluğu hali hazırda suç işlemiş ve bu eylemlere son vermişmidir, veya Kafkasya dışında başka yerlerde hala soy-kırım suçu işliyormudur? İrdeleyeceğim ikinci nokta, ondokuzuncu yüzyıl Rusyasının politik ve askeri elitlerinin Çerkeslere karşı tutum ve davranışları olacak. Soy-kırımın, Çerkeslerin işgale direnişlerine karşı planlanarak gerçekleştirilmiş bir durum olma ihtimali varmıdır? Veya Norman Chon'un söylediği gibi 'gerekçeli soy-kırım' mıdır?[17] Ve üçüncüsü, Ruslar, neden sürgünü önceleyen bir karar almışlardır? Bu kararın ardında çarın ve yardımcılarının hangi düşünceleri vardı? Asıl amaçlarının soy-kırım olduğu alenimidir? Bu aşamada Rusya'nın yeni feth ettiği iki bölgeden örnekler vermek yeterli olacaktır: onyedinci yüzyılda feth edilen Sibirya halkı ve ondokuzuncu yüzyılda birleştikleri Kazak göçebeleri.[18] İkincisi Çerkesyanın işgali zamanında (1864) tamamlandı.
Sibirya'nın sayısal olarak yetersiz yerli nüfusu, politik birliği ve askeri kudretiyle Rusya'nın doğuya doğru pasifik'e ilerlemesini önlemek mümkün değildi, fakat zaman zaman ekonomik sömürüye karşı direnç gösterdiler. Rusların vergi toplama da izledikleri acımasız tutum 1642 de Yakutlar ve Lena kıyıları boyunca Tunguzca konuşan kabilelerinde isyan ateşini yakmıştır. Rusyanın tepkisi terör sultası kurmak şeklindeoldu : yerli halklar ateşe verildi, yüzlercesine şiddet uygulandı ve öldürüldü. 1642-1682 yılları arasında Yakut nüfusunun %70 oranında azaldığı tahmin edilmekte. Moskovadaki hükümetin amacının yerlileri yok etmek değil ekonomik açıdan sömürmek olmasına rağmen, ve deri sevkiyatının canlandırılması gerektiği halde, gerekli adımlar yüzyılın sonunda atılmıştır: örneğin, Moskova hükümetinin onayı olmadan hiçbir şey yapılmayacaktı. 1697-9 da oyunların en acımasızı sahnelerek, Komutan Vladimir Atlasov'un Kamçatka yarım adasını işgaliyle, Moskova tekrar müdahil oldu. Atlasov'un  birliği , oniki bin Çukçi, sekiz bin Koryak ve Kamçadal öldürdü. Salgın halindeki intihar vakalarına karşı, yerel otoritelere salgını durdurmaları emri verildi.[19] Rusyanın topraklarını işgal etmesinin sonucu olarak pek çok Sibiryalının hayatını kaybetmiş olmasına rağmen, bunlar devletin planlı soy-kırımından çok ekonomik istismarın, yükselen bunaltıcı baskının, askeri otoritelerin bireysel cinayet ve şiddet tutkularının sonucuydu. Kazak göçebelerin maruz kaldıkları muamelelerden de benzer sonuçlar çıkarılabilir. Onaltıncı yüzyıl başlarında Rusya ileri karakollarını Kazak steplerinin kuzey sınırlarına kadar yaydı, fakat iç bölgeleri 1820 ve 1860 arasında, ondokuzuncu yüzyılda istila edebildi. Kazaklar, kaçınılmaz olarak Sibirya yerlileri gibi boyun eğdiler ve Rusyanın ilerleyişine yaygın bir direnç göstermediler. Geleneksel otlakların devletleştirilmesinin proveke ettği olaylar gibi bazı yerel isyanlar da (1836-7 de olduğu gibi) olmuyor değildi. Ondokuzuncu yüzyıl sürerken, Kazakların yeni yerleşimci Ruslara yer açmak için sürüleriyle birlikte çok dar bir step alanına sıkıştırılmaları fakir düşmelerine neden oldu, soy-kırım olarak adlandırılamayacak nüfus kayıpları yaşadılar.[20] Rusyanın daha önceki uygulamaların da bütün halkdan kurtulmayı, göçe zorlayarak veya soy-kırımla, hedefleyen bir hareket yok. Çerkesler için alınan sürgün kararı yeni birşeydi.
Devrin Rusyasının Çerkes algısının ilginç yansımasını, Rusyanın Kafkasya tutkusunu sempatiyle yansıtan batılı seyyahların kitaplarında bulduk. Tipik Çerkes ilkel, savaşcı, barbar ve vahşi haydut olarak tasvir edilmekte. Bir Fransız diplomatı Çerkeslerin ve Abhazların 'ezelden beri korsanlık ve şakilik yaparak yaşadıklarını yazmakta... Onlar öfke, intikam ve aç gözlülük tutkunudurlar.' Bir Fransız turist çift okuyucularını eğlendirmek için Polonyalı bir bayanın Kislovodsk ılıcasından su almaya giderken çerkesler tarafından nasıl kaçırıldığını ve takip eden Çerkes atlılardan kurtulmak için sınırdaki Stavropol dan Yekaterinodar'a atla nasıl kaçtıkları hikayesini anlatır.[21]
Bu kalıplaşmış düşmanca anlatılar soy-kırım hakkı verirmi? Bazı yazarların hikayelerini okuyarak soruyu savuşturmak mümkün değil. Kendini ilk Kafkasları ziyaret eden Amerikalı olarak ilan eden George Ditson, Rusyanın Kafkasya valisi Prens Vorontsov'a ithaf ettiği kitabında çerkeslerin zapt edilişi ile aynı dönemde gelişen Kızılderililerin zapt edilişi arasında doğrudan bir paralellik kurmakta. Öyle anlaşılıyorki bu düşünce kendisine Rus Prens Kochubei tarafından verilmiş, bunu kendisinin şu şekildeki aktarımlarından anlıyoruz: 'Bu Çerkesler Amerikan Kızılderililerine benzer – onlar kadar medeniyetsiz ve yabani... ve karakterlerinden kaynaklanan doğal bir enerjileri var, sadece imha ederek susturabilirsiniz'- bu şekilde dolaylı olarak başkalarına uyguladıkları vahşeti ve askeri taktik yaklaşımlarını itiraf eder'.[22]
Çarlık Rusyasının tarihcileri Çerkeslerin sürülmesinin ardındaki motivasyonu alışıla geldiği üzere Rus yerleşimlerine Çerkeslerin yaptığı baskınlara son verme ve verimli toprakları köleliğin kaldırılmasıyla Rusyanın iç bölgelerinden gelen topraksız köylülere açmak arzusu vurgulanır. Etkili bir anlatıda dendiği gibi: Çeçenya ve Dağıstan da (Kuzey Kafkasların merkez ve doğu bölgeleri)yerlilerin teslim olması Rusyayı tatmin etmiş ancak 1861 de köleliğin kalkmasıyla ortaya çıkan büyük köylü göçü dalgasını kontrol altına almak, iskan etmek için Karadeniz kıyılarındaki geniş ve verimli Çerkes topraklarına sahip olmalıyd. Her yıl Kazaklar ve Rusyanın iç bölgesinden göç eden köylüler sınırları geçerek biraz daha ilerliyor Kuban,Laba, Belaya Urup nehirlerinin verimli topraklarına doğru uzanıyorlardı.Bu yeni köyler ve Kazak yerleşimler, topraklarının işgal edilmiş olmasını kabul edemeyen Çerkes atlılarını saldırılarına uğruyordu.[23]

Aynı yazarın da belirttiği gibi Çerkes topraklarına yerleştirmeler kısmen hataydı. 'Kuban bölgesi yoğun bir şekilde iskan edildi, fakat Karadeniz sahili boyunca nemli iklimi ve orman çevresinin tahkim etmenin imkasız olduğunu kolonyalist Ruslar, Almanlar, Greekler ve Bulgarlar ispatlamışlardı ve şimdi Çerkes bostanlıklarını, bahçelerini bakımsızlık işgal etmiş durumda'.[24]

Son zamanlarda, çoğunlukla zamanın Rus general ve memurlarının yazdıkalrından ziyade daha çok araştırmaya dayanan, alternatif görüşler ihiva eden kitaplar yayınlandı.[25] Amaçlarının, stratejik öneme sahip kafkaslarda Rusya için politik-askeri açıdan güvenilir bir ortam temin etmek olduğunu iddia ederler. Bu amaç 1850 lerdeki, Karadenizi yabancıların müdahalesine açık hale getiren Kırım Savaşından sonra daha da aciliyet kazanıyordu ve önlem alınmalıydı.
Yüzyıl boyunca süren saldırılarında başarısız olununca, Rusyanın politika üreticileri Çerkeslere boyun eğdirilemeyeceğine ve tek çözümün bölgeden sürmek veya yok etmek olduğuna inandılar. Öyleyse askeri kampanyalar da topraksız yerleşimcilerin sorunlarını çözmeye yönelik değildi. Aksine generaller zaferden sonra, işgal edilen topraklarda varlıklarını güçlendirmek için acil yeni yerleşimlerin gerçekleştirilmesi talebinde bulunmuşlardır. Benzer şekilde Çarın isteğinin Çerkeslerin yok edilmesi değil, göç ettirilmesi olmasına rağmen; yukarda bahsettiğim Prens Kouchubei gibi Rus general ve görevlileri Çerkeslerin büyük çoğunluğunun imha edilmesi fikrine mesafeli değillerdi. General Fadeyev Rusya 'Çerkeslerin geri kalan yarısına silahları indirme şartını koşabilmek için yarısının yok edilmesine' karar verdi diye yazarken katliam planını itiraf ediyordu.[26]

Öyleyse bu bir soy-kırımmıydı? Göçe zorlamaya hizmet eden toplu katliamların ve köyleri yakmanın eşlik ettiği Çerkeslerin sürgünü pek tabiki etnik temizliğe bir örnek olarak değerlendirilebilir. Henze 'Bu büyük toplu göç, modern zamanda, dünyanın bu bölgesinde meydana gelen ilk ve en vahşi toplu aktarımdır' sonucunu çıkarır. Bununla beraber Henze devamla, her ne olduysa soy-kırımla karşılaştırılabilir nitelikte olduğunu ima ederek Ermeni soy-kırımına örnek olduğunu ileri sürerer.[27] Tek bir Çerkes kalmayacak şekilde silip süpürme obsesyonu yok ama onlardan bir an önce kurtulmak için bir kararlılık var, ve süreçte büyük çoğunluğu ölmeye mahkum edildi.
Kont Yevdokimov'un anlatığı gibi: 'Kont Sumarokov'a yazdım, neden raporlarında yolları kaplayan donmuş cesetler konusunda bizi uyarmadın? Neden Büyük Prensin ve benim haberi yok? Ama kim felaketi geriye sarabilir?'[28] Bu alaycı, yapmacık dikkatsizlik, ölüm cezasına çarptırılan bir askere, sağ kurtulamıyacığını bildiği halde, cezasını hafifleterek 100 kırbaca indirdiğini söyleyen bir Rus çarını hatırlatıyor.

Çerkeslerin Sonu ?
1860 larda Çerkeslerin başına gelen katastrofi, bir halk olarak yaşama haklarını hem Rusyada (ve daha sonraları Sovyetler Birliğinde) hem de sürgünde tehlikeye soktu. Sürgün edilmenin etkileri Çerkes guruplarında birbirinden çok farklı olmuştur. En kötü etkilenenler batıdaki ve merkezdeki kabilelerdir, bunların bazıları arkalarında küçükte olsa bir gurup bırakırken Ubykh'ler gibi bazılarıda Kafkasyadan tamamen silindiler. [29] Çerkesya'nın bütününde yaşayan bir halk birbirinden araya giren slav denizi ve diger yerleşimcilerler ayrılmış 'adacıklar'a, fragmanlara indirgendi. 1917 itibarıyla Rusya da kalan Çerkesler, farklı bölgelere azınlık konumunda dağıtıldılar. Çoğunluğu Çerkes olan bir tek şehir yoktu. [30]
Bu uygulama Çerkes Birliğini zayıflatırken, sayısal olarak azalan kimliklerin sessizliğini yükseltmiştir. Abhazlar ile kuzey Çerkesleri arasında yaşayan Ubykh lerin ortadan kaldırılması, daha ayrık bir Abhaz kimliğinin gelişimini hızlandırmıştır. Aynı şekilde Şapsığ'lerin diğer Çerkes guruplarıyla bağları kesilmiş şekilde Tuapse bölgesinde yaşıyor olması, ayrı bir halk oldukları duygusunu yükseltmiştir. İşgal, sürgün ve yeni yerleşimci akısının yarattığı yeni demografik yapı, kabilelerin doğal olarak farklı etnik guruplar içinde evrim geçirmelerine neden oldu. Hep birlikte Çerkes olma duygusu yok olmadı; fakat eski birbirine çok yakın aile bağları olan halk algısının yerini akraba fakat ayrık etnik guruplar duygusu almıştır.
Sovyet döneminin Çerkeslerin ve diğer yerli halkların etnik kimliğine etkisi karmaşıktır ve sapmalar içerir. 1920ler ve 1930ların başında uygulanan 'yerelleşme' politikaları Çerkes dilinin ve kültürünün Ruslaştırıcı baskılardan korunmasına yardımcı olmuştur. Rusya federasyonu içerisinde farklı Çerkes gurupları için dört farklı egemenlik bölgesi oluşturulmuştur.[31] Ayrıca Abhazlar'a, Gürcistan Cumhuriyeti içerisinde oldukca iyi sayılabilecek derecede otonomi verilmiş, ve bir süre (1921-1931) Gürcistanla çok gevşek bağları olan kendi cumhuriyetleri olmuştur. Diğer bir taraftan bakıldığında 'yerelleşme' politikaları Çerkes kimliğinin fragmanlaşmasını ve zayıflamasını daha da ileri götürmüştür. Daha önce tek olan Çerkes yazın dili 1927 de Kabard-Çerkes ve Adyge olmak üzere ikiye ayrılmıştır.[32] Bunun yanında 1920 lerde karma etnisitelerle egemenlik bölgeleri oluşturmak amacıyla Çerkesler Turkik dil konuşan Karaçay ve Balkarlarla yan yana konmuştur.[33] Sonraki Sovyet döneminde Ruslaştırma politikalarının geri dönüşüne -veya Abhazya özelinde Stalin döneminin kültürel baskısıyla Gürcüleştirme- tanık oluyoruz.[34] Çerkesce 1960 lardan itibaren etnik bölgelerde sadece bir ders olarak okutulmaya başlanır ve öğretim dili olarak kullanımına son verilir.

SSCB nin çökmesiyle seyehat ve iletişim de kısıtlamaların ortadan kalması ortak Çerkes kimliği anlayışında mütevazi bir canlama yaratır. Bazı ailelerde nesilden nesile aktarılan Kabardey, Adyge, Cherkess, Abaza ve Abhazların ortak çerkes atalarına güçlü vurgu yapan 'resmi olmayan etnik tarih' şimdi açık bir şekilde yayılabilmektedir.[35] Sürgündeki Çerkeslerle irtibatlar kuruldu, ancak henüz geri dönüş çağrılarına kifayetli bir tepki alınabilmiş değil.

Sürgündeki Çerkeslerin çoğunluğunun daha dar kimlikler karşısında kendi kimliklerini daha kolay koruyabildiler. Ama farklı zorluklarla karşılaştılar – Türkiye ve Orta Doğu da evsahibi topluluk içinde yavaş yavaş erimek. Zamanla 'sürgün Çerkesler' 'Türk'(veya ürdünlü) olmaya başladılar. Bütün bunlara rağmen hala Türkiye de bile genç nesiller Çerkesce konuşuyorlar – her ne kadar zayıf ve ikinci dil düzeyinde olsada – ve Çerkes mirasına duyarlı bir gururla yaşıyorlar. [36] Filistin-İsrail, Sudi Arabistan ve Osmanlı imparatorluğunun bir parçası olan diğer ülkelerde kompakt Çerkes toplulukları hala mevcuttur. Çerkes'lerin; Ürdünde, askeri hizmetlerde ve ticaret sektöründe önemli işlevleri vardır. Balkanlarda biri Kosova da biride Transylvanya da olmak üzere iki Çerkes köyü kalmıştır.

Anlaşıldığı üzre Çerkesler bu güne kadar bir halk olarak yaşamışlrdır. Yakın gelecekte de, özellikle eski-Sovyet bölgelerindeki sosyal iklimi dünyanın etnik gurupların korunmasına ve yeniden canlandırılmasına şimdiye kadar hiç görülmemiş denecek ölçüde duyarlı olmasını dikkate aldığımda, var olacaklarını görebiliyorum. Her ne kadar bazı Çerkes guruplarının yok olduğuna inanılsada yok oluşun eşiğinde yaşamayı sürdürecekler. Örneğin sık sık Ubykhcenin öldüğü söylenir ve bu dili konuşan son ferdin ölümünden bir çok kez vurgu yapılır. Ancak, Kanadalı Çerkes uzmanı Profosör John Colarusso'ın [37] bildirdiğine göre Türkiyede yaşayan genç bir Ubykh gurubu, dillerini büyüklerinden öğreniyorlar ve Ubykh kimliğini yaşatma konusunda kararlılar. Çerkesler işgalcilere karşı yürüttükleri inatcı ve kahramanca mücadeleyi ve işgalcilerin onları maruz bıraktığı şiddeti unutmayacaklar. Ve nasıl tamamen unutulmanın kıyısına geldiler. Eğer bugün Ermenilerin Türkiyede, Yahudilerinde Avrupada ki kaderi hala yaygın bir şekilde hatırlanıyorsa, herhangi bir yerde yaşamlarını sürdürmek için yeteri kadar şanslı olamayan Ermeni ve yahudi toplulukları statüleri ve maruz kaldıkları durumdan hoşlanıp teşekkür etmedikleri için değildir? Tezat durumu, daha az elverişli koşullarda, bir halkın soykırımının tarih bilincimizden ne kadar kolay silindiğini, Çerkeslerinkin de görüyoruz.



Notes
1. The figure is derived from the results of the Soviet population census of 1989, which recorded the total population of the Karachai-Cherkess Autonomous Province as 415,000 (see Goskomstat SSSR, Natsional’nyi sostav naseleniya SSSR po dannym vsesoyuznoi perepisi naseleniya 1989 g. (Moscow, 1991), 42. If one counts the closely related Abazins as Circassians, the proportion of the latter in the population rises to 16 percent. The rest of the population comprises Karachai, Russians, Nogai and other ethnic groups. The Circassians call themselves in their own language ‘Adyghe’.
2. The Abkhaz, like the Abaza and the almost extinct Ubykh, are sometimes counted as Circassians and sometimes not. But they are certainly all closely related to the Circassians, and I include them as such.
3. These figures are taken from the book of the Circassian historian R. Trakho, Cherkesy (Circassians -
Northern Caucasians) (Munich, 1956), 113. At various times earlier in its history Circassia also extended further northwards, to the lands Iying beyond the Sea of Azov.
4. Trakho is of the opinion that the Circassians adopted the Greek myths. Another Circassian historian claims that, on the contrary, it was the Greeks who took their myths from the Circassians! See Shauket Mufti (Habjoka), Heroes and Emperors (Beirut, 1944).
5. There is a theoretical controversy, to which I do not intend to contribute here, concerning whether ‘nations’ can be said to have existed before the modern period. Be that as it may, it is undeniable that there have existed since ancient times certain groups with a strong sense of common descent, culture and identity, though not necessarily ever united in a single political entity. These we may call ‘protonations.’ One such is the Circassians.
6. The Circassians’ adoption of both Christianity and Islam was opportunistic and superficial. One ethnographer describes the religious beliefs of Abkhaz, for instance, as an eclectic mixture of pagan, Christian and Muslim elements. See Sula Benet, Abkhasians: The Long-Living People of the Caucasus (New York, 1974).
7. In fact, large-scale emigration to Turkey had started in 1858, when thirty thousand families had departed. However, news of the bad conditions awaiting the refugees there almost stopped the migration by the end of that year.
8. The following account draws on W.E.D. Allen and Paul Muratoff, Caucasian Battlefields: History of the Wars on the Turco-Caucasian Border. 1828-1921 (Cambridge, 1953), 107-8; Willis Brooks, ‘Russia’s conquest and pacification of the Caucasus: relocation becomes a pogrom on the post-Crimean period’. Nationalities Papers. 23, 4 (I995): 675-86, Trakho, Cherkesy. 32-56; Shauket, Heroes and Emperors.
9. The burning of villages was by no means a new practice. In the country of the Abadzekh alone, over a thousand settlements had burned between 1857 and 1859. Shauket, Heroes and Emperors, 237.
10. Shauket also tells us that the Ubykh had been weakened by a series of natural disasters in 1859: tremendous swarms of locusts had damaged the fields, a livestock epidemic had destroyed most of their cattle and horses, and a large proportion of their people had died from a disease similar to cholera. See Shauket. Heroes and Emperors, 245.
11. Trakho, Cherkesy, 50-51.
12. Shauket, Heroes and Emperors, 250.
13. Trakho, Cherkesy, 52-53.
14. Ibid. Moshnin’s figures imply mortality rates following arrival in Turkey in the region of 2.5 to 5
percent per month.
15. See Brooks, ‘Russia’s conquest’, 681.
16. This is a very rough estimate pending more detailed research. Another method of estimating the number of survivors would be to extrapolate backwards from later data for the population in Turkey descended from the deportees. In spite of its undoubtedly high birth rate, it was not until the middle of the twentieth century that this population again reached two million.17. Norman Cohn, Warrant for Genocide: The Myth of the Jewish World Conspiracy and the Protocols of the Elders of Zion (New York, 1967).
18. ‘Kazakh’ is a transliteration of the Russian word for this people. The government of Kazakhstan
initiated a switch to ‘Kazak,’ which is a transliteration from the Kazakh language. Here I follow the more familiar usage.
19. See John J. Stephan, The Russian Far East: A History (Stanford, 1994), esp. 23-24. Also useful is Yuri
Slezkine. Arctic Mirrors; Russia and the Small Peoples of the North (Ithaca and London, 1994).
20. See Martha Brill Olcott, The Kazakhs (Stanford, 1987), esp. chap. 4; and Shirin Akiner; The Formation
of Kazakh Identity: From Tribe to Nation-State (London, 1995).
21. See Le Chevalier Gamba [Consul of the King (of France) at Tiflis], Voyage dans la Russie Méridionale et particuliérement dans les provinces situées au-dela du Caucase, fait depuis 1820 jusqu’en 1824 (Paris, 1826), vol. 1, 78; Xavier Hommaire De Hell, Travels in the Steppes of the Caspian Sea: The Crimea, The Caucasus. (London, 1847), 286, 301-3.
22. George Leighton Ditson Esq., Circassia; or A Tour to the Caucasus (New York and London, 1850), xxi; and Paul B. Henze, ‘Circassian Resistance to Russia’, in Marie Benningsen Broxup, ed., The North Caucasus Barrier; The Russian Advance towards the Muslim World (London, 1992), 80. Gamba, Voyage, 91-92, on the other hand, thought that the Circassians could be ‘civilized’ by a few years of orderly government and hard work. For other West-European writers, hostile to the expansion of the Russian Empire, the Circassians were indeed ‘a wild people, known through so many centuries for their barbarism’ - but noble rather than contemptible savages, friendly and hospitable to foreign visitors who have named a reputable konak (protector). See The Chevalier Taitbout de Marigny [Consul of His
Majesty the King of the Netherlands at Odessa], Three Voyages in the Black sea to the Coast of Circassia: including descriptions of the ports, and the importance of their trade: with-sketches of the manners, customs, religion of the Circassians (London, 1887), 17; and the Englishman James Stanislaus Bell, Journal of a Residence in Circassia During the Years 1837, 1838, 1839 (Paris, 1841), who found the Circassians to be of a pure and hardy character reminiscent of the ancient Greeks.
23. Allen and Muratoff, Caucasian Battlefields, 107-8. One specific concern attributed to the Russian
government was the need to secure safe access to and use of the new Black Sea port of Novorossiisk, at
risk from its Circassian hinterland.
24. Ibid., 108.
25. Brooks, ‘Russia’s conquest’.
26. Quoted in Trakho, Cherkesy, 51, from General Fadeyev’s Pis’ma s Kavkaza (Letters from the Caucasus) of 1865.
27. See Henze, ‘Circassian Resistance’, 111.
28. Trakho, Cherkesy, 51,
29. Ronald Wixman, Language Aspects of Ethnic Patterns and Processes in the North Caucasus
(University of Chicago, Dept. of History, Research Paper No. 191, 1980), 78-79.
30. For an account of the position of the Circassians in the Soviet period, see Rieks Smeets, ‘Circassia,’
Central Asian Survey, 14, 1 (1995): 107-125.
31. These were: (1) the Adygei-Cherkess Autonomous Province, created in 1922, in 1936 renamed the
Adygei Autonomous Province; (2) the Cherkess Autonomous Province, 1926; (3) the Kabardian
Autonomous Province, 1921; and (4) the Shapsugh National Country, 1922.
32. See Wixman, Language Aspects, 145.
33. That is, the Karachai-Cherkess Autonomous Province (in 1922-26 and again from 1957) and the
Kabardino-Balkar Autonomous Province or Republic (from 1922 until the deportation of the Balkars in
1944, and then again from 1957).34. The ethnic territories for Adygei, Cherkess and Kabard were formally retained. However, the Shapsegh lost their ethnic territory after the war, and repeated appeals for its restoration have been rejected at the insistence of the provincial authorities.
35. See Paula Garb, ‘Ethnicity and Alliance Building in the Caucasus’ (paper presented at ‘The
International Spread and Management of Ethnic Conflict Conference, University of California, Davis,
March 1995). The 1990-onwards cultural festivals organized by the Confederation of Mountain Peoples
of the Caucasus and the participation of Circassian volunteers from the Northern Caucasus on the
Abkhaz side in the Georgian-Abkhaz conflict have been additional factors in the revival of Circassian
identity.
36. Divergent assessments on the degree of Circassian assimilation in Turkey can be found in Henze
(‘Circassian Resistance’, 63), who argues for the continuation of a meaningful Circassian identity
among them, and Smeets (‘Circassia’, 109 - 125), who is sceptical.  
37.Of McMaster University, Hamilton, Ontari


The text by Stephen D. Shenfield is taken from the book ‘The Massacre in History’, edited by Mark Levene and Penny Roberts, published by Berghahn Books (www.berghahnbooks.com), Oxford and New York.
© 1999 + 2006 Stephen D. Shenfield and Berghahn Books, Oxford.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder